27 Şubat 2009 Cuma

BİR FOTOĞRAF VE DEĞİŞEN HAYATLAR


Fotoğraf: Nick UT
Yazı Hasan Ali ARIKIUŞU

Tarih 8 Haziran 1972. ABD uçakları kuzey Vietnam'ı yerle bir etmek amacıyla her tarafa bomba yağdırıyor. O zamanki ABD başkanı Richard Nixon emir vermiş bir kere: "Sivillerin ölmesi umurumda bile değil. Kuzey Vietnam'ın tırpanlanması ve yeniden düzenlenmesi gerekiyor." John Plummer 'ın pilotluğunu yaptığı uçak My Lai Köyü'ndeki bir tapınağa içinde kimlerin kaldığını umursamaksızın napalm bombası atıyor. Tapınağın içerisinde savaştan kaçmak için saklanan birçok çocuk var o sırada. Bombanın atılması birçok çocuk alevler içinde kaçmaya başlıyor. Arkalarında da ABD askerleri. Associated Press muhabiri Nick Ut tam bu sırada deklanşörüne basıyor ve o anı ölümsüzleştiriyor. Fotoğrafta 5 çocuk bombalanan yerden uzağa doğru korku içinde kaçıyor. Fakat çocuklar içinde çırılçıplak şekilde (elbiseleri yandığı için çıkarmak zorunda kalıyorlar) bağırarak kaçan kız (Phan Thi Kim Puc), fotoğrafa bakan kişiye ABD emperyalizminin ve Vietnam savaşının vahşetini gösteriyor adeta. ABD yıllarca Vietnam vahşetiyle ilgili günah çıkarsa da bu fotoğrafın gücüne karşı koyamıyor. Bombayı atan John Plummer bunalıma giriyor ve din adamı oluyor. Gazeteden kestiği fotoğrafı hayatı boyunca cebinde taşıyor. Savaş gazileri Kim Phuc'a özür mektupları yolluyor. Fakat hiçbir şey vahşetin boyutunu hafifletmiyor.


Kim Phuc (Altın Mutluluk), 1963 yılında Saygon'un kuzeyinde My Lai Köyü'nde doğmuştu. Köyü bombalanana kadar mutlu bir çocukluk geçiren Kim, bombalama sırasında iki kardeşini kaybetti. Giysileri yandığı için çıkarmak zorunda kalan Kim, cildindeki yanıklar her soyulduğunda bayılmış. Hastaneye getirildiğinde çenesi ile göğsü birbirine kaynamış ve sol eli kemiğe kadar yanmış durumdaymış. Eski yanıklar yüzünden cildi teneffüs yeteneğini de kaybetmiş. Bu nedenle 17 kez ameliyat geçirmiş. Bütün bu operasyonlara rağmen astım ve şeker hastalığı devam etmekte, sık sık migreni krizleri geçirmekte.


Savaştan iki yıl sonra köyüne dönen Kim, doktor olmaya karar verir. Vietnam yetkililerinin gözetimi altında 1986'da Küba'da tıp eğitimi almaya başlar. Küba'da tanıştığı Bui Huy Toan ile evlenir ve 3 çocuk sahibi olur. Hakkında "Kim'in Öyküsü: Vietnam'dan Gelen Yol." adlı bir film çekilir.Unesco tarafından iyi niyet elçisi seçilir. Unesco'nun Paris'teki toplantısında olayla ilgili açıklama yapan Kim şu sözleri söyler: "Affediyorum ama unutmayacağım."


Fotoğraf bütün dünyada büyük yankı uyandırır ve fotoğrafı çeken AP fotoğrafçısı Nick Ut'un (Huynh Cong Ut) 1973 yılında Pulitzer ödülünü kazanmasını sağlar. Fakat Nick Ut ödülü almasının yanında çok önemli bir görev üstlenmiştir. Kim Phuc'ın fotoğrafını çektikten sonra küçük kızı hastaneye yetiştirmiş, sürekli ziyaret etmiş, hediyeler, kitaplar getirmiş ve ailesine yardım için kampanya başlatmıştır. Sadece fotoğrafı çekip işini yapmanın mutluluğu ile bölgeden ayrılmamış olması Nick Ut'ı birçok fotoğrafçıdan ayırmaktadır. Özellikle de fotoğrafta görünen, makinesinin filmini değiştirmekle meşgul fotoğrafçıdan.

17 Şubat 2009 Salı

İKİ FOTOĞRAF ARASINDAKİ TEK FARKI BULABİLİR MİSİNİZ?


Aslında bu cümle “iki fotoğraf arasındaki bir milyon benzerliği bulun” şeklinde de kurulabilir, fakat merak edilecek olursa başta sorulan sorunun cevabını verelim öncelikle. İlk fotoğrafta öldürülenlerin, ikinci fotoğrafta ise öldürenlerin Yahudi olmasıdır, tek fark. Milyonlarca benzerliği ise iki fotoğrafa da sığamayan insan sayısı olarak tanımlayabiliriz.

Vicdan ve sağ duyu yitiminde ortaya çıkan vahşet tarihin her anında küçücük farklar ama devasa benzerlikler yaratmıştır. Geçtiğimiz hafta başlayan ve halen süren İsrail’in Gazze’deki hava saldırısı ve buna benzer geçmişteki onlarca İsrail askeri operasyonları kaç kişiye Yahudi soykırımını hatırlatmıştır acaba? Ve tarihi bu kadar büyük acılarla dolu bir ülke, yaşadığı bu acılardan en son sorumlu tutabileceği binlerce masum insana nasıl bu kadar vahşice davranabilir diye düşünmüştür?

Bazen düşünmek ve anlamak için sadece fotoğraflar yeterli olabiliyor. Burada gösterilen fotoğrafları çeken fotoğrafçıların isimleri bilerek yazılmadı. Çünkü karelerinde anlatılanların yakıcılığı ve kahredici benzerliği fotoğrafı kimin, nerede çektiğini o kadar önemsiz kılıyor ki, onun yerine düşünmek ve anlamak için bakmak çok daha önemli hale geliyor.

Hamas ve İsrail arasındaki ateşkesin bitmesinin üzerinden bir hafta sonra İsrail 60 uçakla Gazze’yi bayram havasındaymışçasına vurdu. İsrail saldırıları Hanuka-Işıklar Bayramı’nın son gününde düzenlendi ve operasyonun adını da bayramdan esinlenerek “Dökme Kurşun” koyuldu. Filistinliler bu güne bir isim verip gelecekte anarlarken İsrailliler bayram kutluyor olacaklar.

Üstelik Hanuka bayramında okunan şu duayla "Tanrım sana Hanuka ışıkları için teşekkür ederiz. Bu ışıklar bize hürriyetimizi koruma cesaretini versin." Acaba aynı tanrı dostluk, kardeşlik ve merhamet ile ilgili bir şeyler de söylemiş midir?

GÖÇMEN ANNE

Fotoğraf: Dorothea LANGE
Yazı: Özgür ATAK

1930’ların başı. Büyük Bunalım başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere tüm dünyayı kasıp kavuruyor. Paranın yerini değiş tokuş ekonomisi almış durumda. İnsanlar açlığın sınırında ve bir çok kişi intihar ediyor. Böyle bir ortamda genel ekonomik bunalım yetmiyormuş gibi, kuraklık ve kum fırtınalarıyla mücadele etmek zorunda kalan, tarımda yapılan modernizasyon ve makineleşmeyle yarışamamış üstüne üstlük göçmen olan tarım işçileri toplumun en çok sefalet yaşayan kesimini oluşturuyor.
Bunun üstüne yeni başkan Roosevelt diğer bir çok sektörde yaptığı gibi tarım işçilerinin sorunlarıyla da ilgilenip, parasal yardım sağlamak amacıyla Tarım Güvenlik Örgütü (FSA)’nın kurulmasını sağlar. Daha sonra Tarım Bakanlığının bir dairesi haline gelecek örgüt, Colombia Üniversitesi eski ekonomi profesörü, tarım bakanı Rexford G. Tugwell tarafından yönetiliyordu. Tugwell konuyla ilgili bir dizi çalışma başlatır. Sosyologlar, iktisatçılar, ziraat mühendisleri gerekli araştırmaları yaparlar. Bu araştırmaların görsel destekçileri de olmalıdır kuşkusuz ve içinde Dorothea Lange, Walker Evans, Arthur Rothstein, Russel Lee, Ben Shahn, Gordon Park gibi fotoğrafçıların yer aldığı bir ekip binlerce fotoğraf çekerler.
Böylesine toplumsal bir konunun sanatla nasıl bağdaştırılacağına da güzel bir örnek yaratırla. Bu fotoğrafların içinden Dorothea Lange’ın çektiği ve adına Göçmen Anne dediği fotoğraf dönemin (Büyük Bunalım’ın) ikonu haline gelmiş bir fotoğraftır. John Steinbeck’in Gazap Üzümleri adlı romanını yazarken bu arşivi gözden geçirdiği ve romanda Lange’ın fotoğraflarının adeta düz yazı ile betimlendiği pasajların bulunduğu bilinmektedir.
32 yaşındaki bu genç annenin yüzünün kırışıklarla dolu oluşu, ümitsiz, yorgun ve düşünceli bir şekilde uzaklara bakması, iki yanında kendisine sığınan çocukları ve kucağında uyuyan bebeğiyle, yoğun bir kompozisyon oluşturması, Dorethea Lange’ın sosyal belgesel alanında öne çıkmasına neden olmuştu. Lange 1941 yılında, o güne kadar fotoğraf alanındaki çalışma ve becerileri nedeniyle Guggenheim Bursuyla ödüllendirildi. İkinci Dünya Savaşı Dorothea Lange’ın FSA’daki işinin son bulmasına ve bir fotoğrafçı olarak hayatında yeni bir sayfa açılmasına neden oldu. Pearl Harbor saldırısından sonra yaşadıkları yerlerden ayrılmak ve Amerika’nın batısında bir kamp kurmak zorunda bırakılan Amerikalı Japonların durumunu göstermek/ belgelemek için yapacağı çalışmaya dikkatleri çekmek istemesi nedeniyle aldığı bu ödülü geri verdi.
Toplumsal sorumluluğun sanatla nasıl birleşebileceğini kariyeri boyunca gözler önüne seren Lange, adeta birer siyasi parti afişine benzeyen ve estetik kaygılardan uzak, ajitatif ürünlerden çok daha etkileyici eserleriyle birçoklarına yol gösterici olmuştu. Olmaya da devam ediyor.

GÖKDELEN TEPESİNDE ÖĞLE YEMEĞİ


Fotograf: Charles C. EBBETS
Yazı: Özgür ATAK

Charles C. Ebbets tarafından 29 Eylül1932 yılında, bu gün General Electric Binası olarak bilinen Rockefeller Merkezi’nde çekilen bu fotoğraf 2 Ekim pazar günü New York Herald Tribune’de yayınlandı. Rockefeller Merkezi inşaatının 69. katında çelik konstrüksüyon kiriş üzerinde öğle yemeklerini yiyen on bir işçinin bu fotoğrafı gazetede yayınlandığı sırada çok ses getirmişti.

Benzer alanlarda, inşaatlarda çekilmiş onlarca fotoğrafta Ebbets yüksekliğin heyecanını ve bir yandan da huzurunu anlatmak istemiştir. Fotoğraftakiler; o yıllarda birçok iş kolunda olduğu gibi inşaat sektöründe de çalışan göçmen işçiler. Estetik ve bir o kadar da şaşırtıcı görünen bu kareler aslında çalışanların hayatlarını nasıl hiçe saydıklarını ve belki de şartların ne durumda olduğunu göstermesi açısından da önemli.

O yükseklikte rüzgarın hızı düşünüldüğünde, rahatça oturup beklemek, sigara yakmak, üzerleri “VOS” yazılı karton kutularda yemek yemek pek de mümkün değil gibi aslında. Üstelik metrelerce uzaktaki New York görüntüsünün işçilerle aynı netlikte olması (ki fondaki binaların ön yüzeylerine düşen keskin güneş ışığı, güneşin aslında öğle saatlerindeki gibi tam da tepede olmadığını gösteriyor, dolayısıyla bu ışık şartında şehir görüntüsünün işçilerle aynı netlikte olmasını sağlayacak kadar net alan derinliği verecek kısıklıkta bir diyafram seçimi de mümkün olmayacaktır) fotoğrafın sanki gerçek olmayabileceğini akla getiriyor. Fakat geriye dönük araştırmalarda böyle bir iddiaya rastlanmıyor.

Bu türden bir çok ikonik fotoğraf gibi bu fotoğrafın da basım ve yayım hakkı, Bettman Archive adlı kuruluşta. Fakat 2003 Ekim’ine kadar Bettman Archive, fotoğrafı çeken kişinin adını duyurmamıştı. Halen arşivdeki bir çok fotoğrafın fotoğrafçısı “bilinmiyor” yada “anonim” olarak gösterilmekte.

MINAMATA


Fotoğraf: Eugene SMITH
Yazı: Özgür ATAK


Bazen bir fotoğraf karesidir bir gerçeği tüm çıplaklığıyla ortaya koyan ve hiçbir tartışmaya yer bırakmayan. Ne bir saniye öncesine ihtiyaç vardır ne de sonrasına. Öylece bakakalır ve çaresizliğimizle yüzleşiriz, insanlığımızdan önce.

Japonya’nın balıkçı köylerinden biri Minamata. Aynı zamanda gelişmiş Japon sanayine çok kısa bir zaman diliminde eklenmiş ve giderek köylükten çıkmaya başlamış. Chisso Şirketler grubu tarafından bir çok yatırım yapılmış bir coğrafya. Nitrojen anlamına gelen Chisso, başta plastik olmak üzere çeşitli petrokimyasal malzemeler üreten bir şirketti. Shiranui denizi kıyısında 1932’den 1968’e kadar 27 ton cıva içeren milyonlarca tonluk atığı Minamata körfezine bırakıyordu. Tokyo’nun 570 mil güney batısında yer alan bu balıkçı kasabasında yaşayan insanlar atıklar nedeniyle önce balıklarını, sonra sağlıklarını giderek yaşamlarını kaybettiler. Yıllarca bir sürü şikayet dile getirildi fakat İkinci Dünya Savaşı sırasında ihtiyaç duyulan sanayi üretkenliği nedeniyle bu şikayetlere olumlu cevaplar verilmedi. Daha sonra ise ülke kalkınmalı ve şirket kar etmeliydi.

1953 yılında Eugene Smith bu konuda yaptığı bir dizi akademik araştırma ve röportaj çalışmalarına bir de fotoğrafı ekledi. Her ne kadar kurgu içeren fotoğraflar ve estetize edilmiş kadrajlar olması nedeniyle bir çok sanat eleştirmeni ve gazeteci tarafından acımasızca eleştirilse de acı çeken insanların içinde bulundukları durumu (sakat doğumlar buna bir örnek) dünyaya anlatması ve fabrikaların cezalar ödemelerini hatta giderek kapanmalarını sağlamasıyla sonuçlanan Minamata çalışması, başarıyla kotarılmış ve her açıdan son derece önemli, örnek bir fotoröportaj çalışması olmuştu.

"İnsanların fotoğraflarını çekmek istiyorsanız öncelikle o insanları tanımayı öğreniniz. İnançlarını, tavır ve hareketlerini, hislerini anlamaya çalışınız. Biliniz ki kültürünüz ve meşgul olduğunuz konu hakkındaki bilginiz ne kadar derin olursa, başarı oranınız da o kadar büyük olur."

THER'S NO WAY LIKE THE AMERICAN WAY*


Fotoğraf: M.Bourke WHITE
Yazı: Özgür ATAK


Amerikan hükümetlerinde yakın geçmişte az da olsa rastlanılan siyahi isimlere rağmen; çıkılabilecek en yüksek mertebeye bir “kara derilinin” çıkmasıyla Amerikan demokrasinin ne mene bir şey olduğu görülmüş/ gösterilmiş oldu, tüm dünyaya. Irkçılık ise bir çocukluk hastalığıydı sadece ve bu uğurda can yakanlar olsa olsa birer safraydılar. Ve gerçekten tüm bu safralarına karşın “There’s no way like the american way”* di.

Siyahilerin ve yerli halkın Amerika Birleşik Devletlerinin’nin gerek kuruluşundan bu güne kadar resmi mercilerden, gerekse de WASP (White Anglo-Saxon Protestant) milliyetçiliğinden çektiklerini yeniden dillendirmenin, sanırım artık fazla bir önemi yok. Fakat Barack Obama’nın ne kadar zenci ne kadar beyaz olduğunu tartışmanın önemi çok. White’ın en ünlü karelerinden biri, Büyük Bunalım'a benzetilen “neo küresel mali kriz” günlerinde Obama, fotoğrafta görülenlere benzer kuyrukların oluşmasına engel olabilecek mi acaba diye düşündürüyor. Bilindiği üzere kendisi, siyahların olduğu kadar siyahlaşmış beyazların da oylarını alarak başkan seçildi. Bu gerçeğe uygun rolleri çoktan belirlenmiş ve sahneye konmuş durumda. Arka planda nelerin yattığını bekleyip göreceğiz.

Yahudi bir baba ve İrlandalı Protestan bir annenin kızı olan White Margaret Bourke İkinci Dünya Savaşı'nda cephede muhabirlik yapmasına izin verilen ilk kadındı. Kendisi aynı zamanda 1930’da Sovyetler Birliği’ne de kabul edilen ilk batılı fotoğrafçı. Yaratıcılığıyla gelen başarısı sayesinde Ghandi başta olmak üzere, daha bir çok kişinin fotoğraflarını çekebilmişti. Sanayi kuruluşlarının tanıtım fotoğraflarını çekmekle başladığı işini, Otuzlarda Oklahoma’da, kuraklıktan ve buna bağlı kum fırtınalarından mağdur göçmen tarım işçilerinin fotoğraflarını çekerek sürdüren ve giderek “ötekilerin” fotoğrafçısı haline gelen Margaret Bourke White, soy ismine inatla siyahların arasında çokça zaman geçirmişti. Büyük Bunalım zamanı, ikinci kocası yazar Erskine Caldwell’le birlikte oluşturduğu You Have Seen Their Faces (Gördüğünüz Onların Yüzleridir) ile dönemi çarpıcı bir şekilde anlattığı kitapta, White’ın fotoğraflarında Harvard mezunu ve annesi beyaz zencileri görmek pek mümkün değil. Zaten bu türden siyahların sayısı da o yıllarda sıfırın altındaydı.

Umarım Obama’yla esen rüzgar, “ötekilerin” yaşamlarındaki umut edilen hayali kurulan olumlu değişimi belgeleyecek fotoğrafçıların ortaya çıkmasına yarar.

*Amerikan tarzı gibisi yoktur.