29 Ağustos 2009 Cumartesi

BİREYSELİNE DE KİTLESELİNE DE HAYIR !!!



Fotoğraf: Özgür ATAK
Yazı: Özgür ATAK



Dünyadaki devasa silah endüstrisi kompleksine eşit büyüklükte bir diğer sektör var: Oyuncak silahlar sektörü. Bu oyuncak sektörünün belirgin özelliği ve etkisi, çocukları gerçek dünyanın dışına çıkarması. Oysa ki oyuncakların, çocuğun doğal yeteneklerini kullanmasını kolaylaştıran, eğitimsel işlevi olan araçlar olmaları gerekir.

Özellikle bireysel silahlanmayı özendirici bu tür oyuncaklar gelecekte şiddete eğilimli insanların oluşmasına yardımcı oluyor.

27 Ağustos 2009 Perşembe

...ŞEKER DE YİYEBİLSİNLER

Fotoğraf: Levis HINE

Yazı: Özgür ATAK


Amerikalı fotoğrafçı Lewis Wickes Hine. Kamerasını sosyal reformların bir aracı olarak gören ve bu uğurda kullanan Hine, birçok belgesel çalışma yürütmüştü. Amerika’da metal işçilerinin, çocuk işçilerin, göçmenlerin fotoğraflarını çekiyordu. Kızıl Haç binalarında çalışarak Birinci Dünya Savaşı’nın izlerini süren fotoğrafçının her bir karesi aslında “çalışan portreleriydi”.


Başlarda hiçbir sanatsal ve teknik tecrübesi yoktu fakat Ethical Culture School’daki eğitimi sırasında Frank Manny sayesinde kendini geliştirdi. Gelişimindeki en önemli adım 20. yy’ın başında çocuk işçiler için yaptığı çalışmalardı. Bir mobilya fabrikasında tanık olduğu olaylar çok çarpıcıydı. Zaten sadece dört dolar için günde on üç saat, haftada altı gün çalışmak zorunda bırakılan çocukların olduğu bir mekân yeterince etkileyiciydi. Hine fotoğraf çekmek için girdiği yerlerde son derece ustalıklı kullandığı vücut diliyle birçok engeli aşıyordu. Bu yüzden ne göçmen işçiler arasında ne de diğerlerinde zorlandı. Göçmenlerin Amerika’ya ayak bastıkları ilk yer olan Ellis Adası en değerli üretimlerini gerçekleştirdiği yerdi.

1914’de çocuk işçiler bülteninde yazdığı şu sözler ilginç: “Yıllardır çocuk işçileri ve onların çalıştıkları yerleri takip ediyorum. Texas’taki Maine fabrikası bunlardan biri. Trajik hikâyelerini, sıkıntı dolu hayatlarını ve nafile mücadelelerini gördüm. Keşke size tanık olduklarımın hepsini aktarabilseydim.” Ama biliyoruz ki o bundan fazlasını yaptı.

Hine’nın çalışmaları tehlikelerle doluydu. Bir keresinde yediği dayak nedeniyle ölümün kıyısından döndü. Fabrikaya girmek çoğu zaman problemliydi. O zamanın büyük makineleri dikkate alındığında işi hiç de kolay değildi. Ethical Culture School’dan öğrendikleriyle kılık değiştirip, postacı, yangın denetçisi, İncil satıcısı gibi rollerle fabrikaya girip gizli gizli fotoğraf çekmeye çalışıyordu. Bu ünlü ve “çok işe yarayan” fotoğrafını ise fabrikayı ve makineleri sigortalamak için geldiğini söyleyerek çekmişti. Böyle aleni çalışamadığı zamanlar ise paltosunun içine sakladığı makinesini düğme deliklerinden birine denk getirerek çekiyordu. Bu süreçte hazırladığı belgesel sayesinde çocukların çalışma şartları iyileştirilmiş ve hatta bazı eyaletlerde ve iş kollarında çalışmaları yasaklanmıştı. O tarihten itibaren fotoğraf, birçok başka fotoğrafçı tarafından da yanlışlıklara karşı bir silah olarak kullanılmaya başlandı.

26 Ağustos 2009 Çarşamba

"PARA PARA PARA"

Fotoğraf: John HEARTFIELD
Yazı: Özgür ATAK

Kariyerine 1918 yılında Dadaizm akımıyla başlayan ve Almanya Komünist Partisi'ne üye olan Helmut Herzfeld diğer adıyla John Heartfield, yaptığı fotomontaj çalışmalarıyla Nazi posterlerine ve Hitler fotoğraflarına muhalefet ediyordu. Amacı Hitlerin ipliğini pazara çıkarmak olan Heartfield, muhalefete göz açtırmayan rejim tarafından sürekli tehdit edilir. Baskılara daha fazla dayanamayarak 1933’te Çekoslavakya’ya yerleşir. Heartfield muhalif tavrını yurt dışından sürdürür. Dönemin ünlü tiyatrocularıyla tanışır. Birlikte komünist parti ve değişik antifaşist komiteler için afiş üretir.

Fotomontajın o zamanki teknik yetersizlikler nedeniyle son derece zor şartlar altında yapılmasına rağmen yaratıcılığını ulaşılması zor bir ustalık ve titizlikle sergilemeyi becermişti. Kuşkusuz dönemin siyasi yoğunluğunda taraf olmayı seçmiş, sanat ortamında yerini almış olması yaratıcılığını geliştirmesine ve geniş kitlelere ulaştırmasına yardımcı olmuştu.

Daha fazla örnek için:

http://quazen.com/arts/visual-arts/the-extraordinary-anti-nazi-photomontages-of-john-heartfield/

25 Ağustos 2009 Salı

BOZCAADA

Fotoğraf: Özgür ATAK
Yazı: Özgür ATAK


Bazen uçarak gitmek istiyorum...

Kulaklarımda yalnızca rüzgarın uğultusu

Burnumda denizin kokusu

Gözlerimde ufkun ıssızlığı

Dilimde rakının tadı çoğu zaman

Ellerimde ise sadece ellerin...

VOTKA :)


Çirkin Kadın Yoktur...

RUANDA RUANDA


Fotoğraf: James NACHTWEY
Yazı: Özgür ATAK


Bu fotoğraf, Hutu Ölüm Kamplarından kurtarılmış bir gencin fotoğrafıdır. Hutu’lar Tutsi'lere karşı bir soy kırım başlatmıştı. Kamplarda insanları toplu halde öldürüyor, aç bırakıyor, işkence uyguluyor, tecavüz ediyorlardı. Kendisi de bir Hutu olan fakat soykırıma karşı çıkan bu genç adam da Tutsi’lerle aynı muameleye maruz bırakıldı.

1900’ün başında bölgedeki yetkiyi devralan Belçika, ülke kaynaklarını kontrol altında tutabilmek için yılardan beri hiçbir ayrım gözetmeden yaşayan iki kabileyi birbirine düşman eden, ırka dayalı, ayrıcalıklı biri uygulama başlattı. Nüfusun sadece %9’unu oluşturan Tutsiler, %90’lık Hutular’dan daha ayrıcalıklı kılındı. Bu durum ister istemez gerilime ve çatışmaya neden oldu. İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesinden sonra bağımsızlığını kazanan Ruanda’da seçimle iktidara gelen PARMEHUTU (Hutu Özgürlük Hareketi) binlerce Tutsi’nin öldürülmesine ve yurt dışına kaçmasına sebep oldu. Daha sonra darbeyle iktidara gelen başka bir Hutu, Juvénal Habyarimana, durumu daha da kötüleştirdi. Doksanların başına gelindiğinde yurt dışındaki Tutsiler’in sayısı yarım milyona ulaşmıştı. Raunda Yurtseverler Birliği adı altında ülkeye dönüp hükümete karşı silahlı mücadele başlattılar. 1992’de yapılan geçici ateşkes anlaşması sırasında Hutular, Interahamwe adlı bir örgütle ülkedeki tüm Tutsi'leri ve hatta ılımlı Hutu'ları fişlediler. Daha sonra başta Çin olmak üzere bir dizi ülkeden aldıkları satırlarla “böcek avına” başladılar.

6 Nisan 1994’te bir Hutu olan devlet başkanının uçağı düşürüldü. Çıkan karışıklıkla tüm fişlenenler teker teker kesilmeye başlandı. Soykırım sırasında insanların başları kolay kesilemediğinden, yorulan Hutular, Tutsiler’in kaçmasını önlemek için önce ayak bileklerini kesiyor daha sonra işlerine devam ediyorlardı.

İlginçtir; katliamlara şahit olan bölgedeki Kanada ordusuna bağlı bir komutan, bizzat Birleşmiş Milletler Sekreteri Kofi Annan'ı arayarak katliamı bildirmiş ve ne yapılması gerektiğini sormuş olmasına rağmen müdahale etmemesi emrini almış… Batılı ülkelerin tamamı bir dizi bahaneyle olayı görmezden gelmişti.

Raunda Yurtseverler Birliği’nin ülkeye girmesiyle savaş dengelenmiş ve bir milyona yakın insanın ölümü milyonlarca insanın göçüyle son bulmuştu.

Dünyanın en ünlü savaş muhabirlerinden James Nachtwey bu fotoğrafı için “Umarım insanlar bu sahneyi görüp hemen değiştirmezler ve hikâyesini anlamak için bağlanıp kalırlar.” diyor. Bu ve buna benzer çalışmaların bölgede yaşanan olayların çarpıcı biçimde anlaşılması hatta insanların maruz kaldığı acılara karşı bir şeyler yapılması için harekete geçirici etkiye sahip olmasını istiyor fotoğrafçı.